Atıf Karayıldırım

Suçun Moleküler Yapısı

Bölüm 1

Gece, nehir kenarında

…Belki de siyah redingotlu adamı bir yerlerden tanıyordu. Yorgun hafızasını bir kez daha yokladı. Neden olmasın ki, “evet evet, oydu” dedi içinden heyecanla. O bunları düşünürken yağmur başlamıştı ve neredeyse ırmağın kenarına gelmişti. Etrafta kimseler yoktu, hava iyiden iyiye soğuyordu.

Her zaman olduğu gibi sağ eli ile yeleğinin dış sağ saat cebine ulaşıp saatine bakmak istedi ama bu sefer sol elini tercih etti… Gece yarısını geçmişti. Sol elinin başparmağı ile camını sildi, bir ucu sol göğüs ucu iç yeleğinin düğmesine bağlı zincir köstekli saatini ve cebine koydu. Atlı bir arabanın geldiğini uzaktan duyarken, rüzgar ve yağmur zihnini uyanık tutmak ister gibiydi.

Arabayı, arabacının atlara vurduğu kırbaç seslerine kadar duymaya başlamıştı artık, yakındı. Şapkasını kaldırdı ve gözlüklerini parmaklarıyla sildi. Evet bu mahkumları taşıyan bir hapishane arabasıydı. Yanından hızla geçti ve uzaklaştı. Bu sırada birden aklına ırmağın kenarındaki banklara oturmak geldi ama banklar ıslaktı. Aldırmadı ve oturdu. Yağmurun sesini dinlemeye başladı. Karşı tarafın iskelesine gözü ilişti, sessizdi. Her yer sessiz. Yağmurun ortasında, oturduğu yerde kollarını birbirine sıkıca bağladı, üşümeye başlamıştı. “Yok, hayır o olamaz” dedi. Hem O altı gün önce Varşova’ya iş ziyaretine gideceğinden bahsediyordu. Bu kadar kısa süre içinde dönemez diye düşündü. “Altı mı” dedi şaşkınca sonra kendi kendine ve kaşlarını hafifçe ortaladı “ama saymadım ki henüz” dedi. “Doğru ya bugün cumartesi” dedi. Sanki onunla az önce karşılaşması … “Yoksa seyahate çıkmadı mı?”

molekular structure of crime

Şuur bazen insanı böyle garip duygular içerisine sokar. Bir şeyler okurken kelimeleri değil de renkleri görebilmek, sesleri duyabilmek gibi. Belki de insanoğlunun halen çözemediği zihinsel yeterliliklerimizin farkındalığının olur olmadık zamanlarda ortaya çıkması gibi.   

Sonra sağ elini ceketinin dış cebine soktu. Bir kağıt parçası vardı çıkardı ve okumak istedi, elektrik lambasının altındaki bankta ıslanırken. “Hımmm” dedi. Bayan Nedrochenco’nun bu notu iki gün önce kendisine verdiğini hatırladı. Neden hep yeşil mürekkep ile ve italik yazdığını düşündü. Bazı harfleri de ters yazıyordu üstelik. Yazılanların tümünü okumak istiyordu ama yine göz gezdirdi sadece ve tekrar cebine koydu.

Bu sırada başını kaldırmasına, gözlerine tutulan bir ışık sebep oldu. Karşısında siyah bol yağmurluğu, elinde feneri olan bir devriye ona bakıyordu. Bu adam, gözlerinin altı kan çanağına dönmüş, yerlerinden çıkmışçasına kaşları çatık bakıyordu, belki yağmurun şiddetindendir diye düşündü. Burnu düz ama yana doğru bombeliydi. Hiç gözlük kullanmadığı ve okumayı pek sevmeyen biriydi muhtemelen. Kulakları kafa yapısına göre büyük ve tenine yapışık, esmer ama al al olmuş yanakları vardı, çene yapısı sanki troidine kadar sarkmış bir izlenim veriyordu ve yuvarlaktı. Şakaklarında aklar olsa da şapkasının altında saçları olmamalıydı. Yaşı belki elli belki elli beş dolaylarında, bir at sağrısı kadar olmasa da yakın bir kiloda, boyu ise bir yarım arşın boyundaydı. Ceketinin, göbeğinin üstü ile ak-çatısı arasındaki düğmesi henüz kopmamıştı, beyaz yakalı gömleği uzun süredir yıkanmamış olmalı ki grileşmiş, pantolonunun, merkez karakolunun karşısındaki çarşıda dükkanı olan terzi Krilov’un tezgahından çıktığı, ama emanet gibi duran ve paçalarında ruble yazısını andıran potlardan belliydi. Bilmiyorum ya imzası yahut alışkanlığıydı bu Krilov’un. Botları eski fakat boyalı bir devriyeydi. O’nu bu yağmurda fark edememesi normaldi, yoksa botlarının, döşeme taşlarda çıkardığı gürültüsünü duymaması imkansızdı. Sanırım okuyucu sıradan bir devriyeyi bu denli tanıtmamı sorgulayacaktır. Gerçi nedenini hikayenin ilerleyen bölümlerinde sunacağım. Ama şimdilik kısaca aralarındaki konuşmaya bir göz atalım istiyorum.

“İyi geceler bayım” dedi devriye. Elinde, gözlerine tuttuğu feneri yaklaşık yarım pazı aşağı indirerek ekledi;

  • Gecenin bu saatinde dışarıda olamayacağınızı bildiğinizi umarım”

O dönemde şehirde artan hırsızlık ve cinayetlerin sayısını bir miktar olsun azaltabilmek için –en azından bu olağanüstü dönem geçene kadar- şehir konseyi tarafından alınan kararlar doğrultusunda, halkın bu konuda bilgili olduğu varsayılmaktadır.

Devriyenin bakışları ve sözleri karşısında ceketinin sol iç cebinden çıkardığı bir kağıdı ona uzattı. Ve evet hala bacak bacak üstüne atıp rahatını bozmadan, kendinden emin bir tavır ile devriyenin kağıtta yazılanları okumasını bekledi. Devriye okuduğu kağıt parçasını tekrar kendisine verirken;

  • “Ekselansları, yardımcı olabileceğim bir konu veya emir buyuracağınız bir durum olursa size hizmet etmekten şeref duyacağım”
  • “Hayır, size iyi nöbetler dilerim memur bey”, dedi ve yalnız kalmak istediğini belirtir bir bakış ile memurun gitmesini içinden geçirdi. O da zaten kendini beğenmişlik içinde olan bu Ekselansın yanında fazla durmak istemez gibi bir tavırla elini şapkasına götürdü ve onu selamlayıp,
  • “İyi geceler Ekselansları”, diyerek yavaş adımlarla uzaklaştı.

Sanki bu sahneyi daha önce yaşamıştı. Ama her zaman olduğu gibi devamını getiremiyordu zihni. Bu durumu çok sık yaşadığından olsa gerek “seni bir yakalarsam” dedi dişlerini sıkarak. Sonra sordu kendi kendine “deliriyor muyum yoksa? Yaşadığım anlar benden kaçmak isteyen hatıralar gibi davranıyor. Bu da ne demek şimdi, cümlemde mi hata yoksa düşüncelerimde mi? Sanırım çok yorgunum, artık eve gidip dinlenmeliyim” diye aklından geçirdi.

Birden kalktı yerinden, yağmur dinmek üzereydi. Sırılsıklam olmuş, öksürmeye başlamıştı. Hastalanmaması gerektiğini düşündü. Hoş hastalanması da aslında hem kendi hem de doktor Yolazenkoviç için kârlıydı. Kendisi dinlenir, doktor da birkaç kapik kazanırdı. Zaten onunla konuşmaya da ihtiyacı vardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir