Atıf Karayıldırım

Suçun Moleküler Yapısı

Bölüm 2

Hızlı adımlarla nehir kenarındaki caddenin karşı tarafına doğru yürüyordu, ardında bir karaltı hissetti. Belindeki silahını yokladığı sırada ardına baktı ama hiç kimseyi göremedi. “Evet evet çok yorgunum ve hayal görüyorum artık. Hem gecenin bu vaktinde kim bana bulaşmak isteyebilir ki” diye düşündü.

Aşçı Musetoniç,’in lokantasının önünden geçerken işyerinin üzerindeki dairesinin ışıklarının yandığını fark etti.

Adımlarını yavaşlattı. Zaten ayda üç rubleye tuttuğu kiralık dairesinin bulunduğu sokağa da gelmek üzereydi. Az sonra apartmanın kapısında, bir elinde mum diğerinde bir poşet bulunan, yaşlı kadın Zaharenko’nun arsız uşağı ile karşılaştı.

  • “İyi geceler Ekselansları” deyip önünde reverans yapma gereği duyan bu açıkgöz ve sahtekâr uşağa bir kaşını kaldırıp sertçe baktı. Arsız adam sırıtarak elindeki çöpleri ile birlikte apartmanın kapısından dışarı çıktı.

“Bayan Zaharenko neden bu sahtekâr adama yanında iş veriyor ki? Şehirde kendisini sahtekârlıklarıyla bilmeyen kimsenin olmadığı da su götürmez bir gerçek” diye aklından geçirdi.

molekular structure of crime

Odası bu dört katlı apartmanın üçüncü katındaydı. Karanlık merdivenleri çıkarken hep unuttuğu şeyi yine hatırladı, basamakları saymayı. “Bir gün baştan hatırlayıp sayacağım” dedi. Aslında saymasına gerek yoktu. Kırık olan üç tahta basamağı toplamdan çıkarması yeterliydi. Her bir merdiven bloğu aynı sayıda basamaktan oluşuyordu. Bir tanesini sayması yeterdi. Ama detaycıydı ya işte illa ki sayacaktı tek tek.

Bulunduğu katta üç ayrı daire vardı. Daire demek pek uygun düşmese de her birinde ayrı kişiler veya aileler kalıyordu. Bu bina, savaş zamanında ordunun ihtiyaçlarına göre planlanıp inşa edilmiş olan bir karargâh binasıydı. Şehir konseyinin kararıyla ordu için bir başka yerde bina yapıldığından burası toprak sahiplerinin torunlarına tekrar iade edilmişti. Kullanım bedeli olarak ise arsa-bina takası uygun görülmüştü. Elbette onlar için kârlı bir alışverişti. Yedi torun kendi aralarında paylaştıkları binanın asıl sahipleriydiler.

Binanın iç ve dış duvarları bakımsız, nemli ve kirli gri rengindeydi. Pek çok yerinden su aldığı için sıvaları dökülmekteydi. Her katta iki tuvalet bir banyo bulunmaktaydı. Dairelerin kapıları tahta ve bakımsızdı. Odalar arasındaki duvarlar ince tuğlalar ile örülme olduğundan ve bazı dairelerde bina içine bakan duvarlar kalın tahta bloklar ile ayrıldığından herkes birbirini biraz dikkat kesilerek rahatça duyabilirdi. Kimin saklayabileceği ne olabilirdi ki? Sanki apartman koca bir aile gibiydi. İlk fırsatta birbirlerini boğazlayabilecek bir aile. Ülke zor zamanlardan geçiyordu, fakirlik ve hastalık her yerdeydi.

Koridorun sonunda yaklaşık elli metrekarelik, gri sıvaları dökülmüş, nemli duvarları olan bir odada kalıyordu, anahtarını çıkardı ve karanlıkta zor da olsa kapısını açıp içeri girdi. Girince sağ taraftaki duvarın, boynu hizasında bulunan küçük bir rafında mum ve kibrit vardı.

Mumun olduğu rafın iki adım ilerisinde ceviz ağacından, ayağının biri kırılmak üzere olan bir masa, üzerinde kitaplar, evraklar, mermiler, tütün izmaritleri ile dolu bir tabla ve ıvır zıvır şeyler vardı. Masa duvara köşesinden dayalı ve ilerisinde dışarı açılan penceresi sokağı net bir şekilde görüyordu. Pencerenin önünde yayları dökülmekte olan bir somya ve rahat edebileceği gibi sert sünger bir yatak vardı. Yorganı, battaniyesi ve yastığı uzun süredir yıkanmamıştı. Ama buna aldırış etmeye vakti olmadığını düşünürdü hep.

Odaya girince sol tarafında bir masa daha vardı. Kirli ve temiz yemek kapları, bir şişe su, boş bir votka şişesi ve ekmek… Masa ile yatağı arasındaki kapı ise mutfağa açılıyordu. Mutfak dediysem de biliyorum okuyucu hayal kırıklığına uğrayacak ama gerçek buydu; Delik bir mutfak evyesi, arızalı bir musluk ve sağ duvarda birkaç kap-kacak rafı bulunan bir metrekare bir odacık.

Odanın ortasında bir soba, etrafında birkaç odun parçası, küçük bir kova kömür ve çıralar… Taban eski ve gıcırdayan bakımsız tahtalardan oluşmasına rağmen yine de temiz denebilirdi. İki günde bir temizliğe gelen yaşlı Zaharenko’nun bakıcısı, o arsız uşağın karısı sayesinde. Haftada üç kapik yeterli oluyordu. Ayrıca yemek yapması karşılığında da günlük bir kapik alıyordu.

Mumu yokladı eliyle ve kibrit ile yakmaya çalıştı. Oda aydınlanmaya başlayınca birden elini beline götürdü…

Silahı onun için çok değerliydi. 1865 Model bir Revolver babasından hediyeydi ona. Fakat silahı yoktu belinde.

Masanın önündeki sandalyeye oturmuş bir yabancı…

  • Hadi dostum beni vurmak istemezsiniz. Yoksa yanlış mı düşünüyorum ya da çok mu iyimserim? Ah evet şaşkınlığınızı Sanırım ben olsam aynı tedirginliği yaşardım, dedi.

Odama nasıl girdiniz, siz de kimsiniz, benimle böyle cüretkâr nasıl konuşabilirsiniz gibi pek çok soru aklında beliriverdi birden. Fakat bir taraftan da ürpertisini gizleyemiyordu. Elinde tuttuğu mum ile yabancıya bir adım daha yaklaştı. Oda biraz aydınlanmış ta olsa yabancının yüzünü halâ net olarak göremiyordu.

  • Kimsiniz ve odamda ne arıyorsunuz, diye sordu. Sesindeki titreklik içinde bulunduğu ürpertili durumun bir eseriydi. Silahı da yoktu ve tamamen savunmasızdı.
  • Ah evet kendimi size tanıtmak zorunda olduğumu biliyorum. Fakat önce lütfen buyurun oturun, sırılsıklamsınız ve yorgun olduğunuzu görebiliyorum.
  • Bakın bayım bir an önce kendinizi tanıtmanız sizin yararınızadır. Yoksa… yoksa… dedi alçalan bir ses tonu ile.
  • Yoksa ne? Ne yapabilirsiniz ki şu an? Şaşkınlık içinde olan sizsiniz. Bu yüzden avantajlı konumda olan benim. Çünkü sakin düşünebilen birisiyim ve şaşkınlık içinde olmadığımı da görü “Lütfen oturun” dedi yabancı emredercesine bir ses tonu ile.

Cebinden bir sigara tablası çıkardı. İçinden bir tek aldı ve ağızlığını masaya birkaç defa vurup, masanın kenarına sürttüğü bir kibrit ile sigarasını yaktı. Derin bir nefes çektiği sigarası ile ayak ayak üstüne attı. Diğer eliyle votka şişesini aldı;

Dolu olsaydı karşılıklı birer kadeh içerdik, tanışmamızın şerefine. Ama dostum halen kendinize gelemediniz, Lütfen oturun ve rahat olun ki konuşabilelim, anlaşabilelim dedi ve tekrar sigarasından derin bir nefes daha aldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir